Randevu Planla

    Çift ve Aile Danışmanlığı, Bireysel Danışmanlık, Cinsel Danışmanlık, Nöropsikolojik Değerlendirme ve diğer psikolojik danışmanlık randevularınız için dilediğiniz zaman arayabilirsiniz.

    İstanbul Uzman Psikolog Bilgilendirme Telefonu:
    0551 186 42 41

    E-Mail:
    [email protected]

    1 sene ago · · 0 comments

    BENİ YANLIŞ YETİŞTİRDİLER…

    BENİ YANLIŞ YETİŞTİRDİLER…

    Oğuz Atay

    Oğuz Atay’ın kahramanı Turgut’un yanlış yaşadığına inandığı hayatı üzerine bir iç muhasebe…

     

    “Beni kötü yetiştirdiler. Annem de, babam da bana gerekli eğitimi vermediler. Yaşamak için demek istiyorum. Bana yaşamasını öğretmediler. Daha doğrusu, bana her şeyin öğrenilerek yaşanacağını öğrettiler. Yaşanırken öğrenileceğini öğretmediler. Ben de kolayca razı oldum bana öğretilen bu yanlışlara.

    İnsan, kendi bulurmuş doğru yolu. Ben bulamazdım. Bana, başkalarına gösterdikleri basmakalıp yolları öğrettiler. Başka türlü bir itinayla tutmalıydılar beni. Daha fazla değil, farklı. Normal bir insan olmaya zorladılar, bana boş yere vakit kaybettirdiler. Olmayınca da, anormal dediler.

    Ben de kendimi anlamadım: bütün hayatım boyunca normal bir adam olmaya çalıştım. Arkadaşlarla geneleve gittim, müstehcen romanlar okudum ve sokakta genç kızların peşinden gittim. Hiçbirinde tutarlılık gösteremedim. Bunun üzerine anormal olduğuma karar verdiler. Onlara biraz olsun benzeyebildiğim ölçüde kendimi mutlu sayıyordum.

    Kendimi onlardan ayırmasını beceremedim. Hitler, genel yatakhanelerde işçilerle kalırken bile onlardan ayrı olduğunu hisseder, onlara yaklaşmazmış. Bende böyle bir içgüdü yoktu. Sınıfta toplanıp müstehcen resimleri seyrettikleri zaman, onlardan uzaklaşmak gerektiğini bilemedim. Oysa, onlar gibi hissetmiyordum. Duyduğum bu yabancılığı, onlardan geri kalmak diye nitelendirdim ve nefes nefese onlara yetişmeye çalıştım. Bu bakımdan yakınmaya hakkım yok. Onlar gibiydim.

    Evet, haklıydı akrabalar. Ben, normal olmadığım için anormal olan bir çocuktum. Allah beni kahretsin ve ediyor da. Montaigne, kötü davranışlardan, istemediğiniz için kaçının, diyor: beceremediğiniz için değil. Beni ne güzel açıklıyor. Ben de diyorum ki: Sayın Montaigne ve sizin gibiler! Canınız cehenneme! Sizin haklı olmanız bana hiç bir şey kazandırmıyor. Köşemde kıvrılıp ölüyorum işte. Siz de sevimli akrabalarım kadar yabancısınız bana. Adınız Marki bilmem ne de olsa… Tabii siz gurur duyuyorsunuz düşüncelerinizden.

    ..şimdi bir hayal gücüm olduğunu biliyorum. Benim hastalığım da bu. Hatta iyileşebileceğimi de düşünmüyorum. İyileşmek istemiyorum. Artık bu kadarını ümit edemiyorum. Göğsümde sıkışıp kalmış korkuyu atabilsem yeter bana. O zaman aklım ve bedenim, istediğim gibi uyuşmuş olacak: beni yıpratan bu çelişme sona erecek. Ben de, beni küçümseyen bu kalabalığın gözlerinin içine korkusuzca bakabileceğim. Beni korkutan yaşama içgüdüsünü göğsümden söküp atabilsem, ben de çekinmeden, gururla, kişiliğimi sürdürebileceğim. Şerefli insanların -böyle insanlar olduğundan kuşkuluyum- arasına karışarak, son günlerimi haklarına kavuşmuş bir insanın huzuru içinde bitireceğim. Montaigne ne derse desin, hazin bir durum bu. Oysa, yaşamış olduğum birçok yanlışlığı düzeltebilecektim. Bütün ayak izlerimin üzerinden bir daha gidecektim. Yalnız bir kere yaşanıyormuş…”

    Oğuz Atay eserlerinde bize bizi anlattı. Hepimiz birer ‘tutunamayan’ olsak da nasıl ayakta kalabileceğimizi öğretmeye çalıştı. O kadar yalnız olmadığımızı ve o kadar yalnız olduğumuzu gösterdi. “Kelimelerden önce de yalnızlık vardı kelimeden sonra da var olmaya devam etti yalnızlık…” Öfkesini de aşkını da kelime oyunlarıyla bize yansıtmaya çalıştı.

    “Yalnız yaşayan insanların kendi içlerinde başlayıp biten eğlenceleri vardır.”

    -Herkes geçer diyor, geçer mi Olric?

    Herkes ne bilir acımı,

    Herkes ne bilsin acımızı!…

    Yaşar gibi yapmaktan, özlemez gibi yapmaktan,

    İyiymiş gibi yapmaktan, nefes alıp onu içimde tutmaktan,

    O nefeste boğulmaktan sıkıldım.

    Ki nefessizlikten değil nefesten boğulmaktır marifetimiz Olric…

    – evet efendimiz.

    – Bana katıldığını bilmek güzel. arada ses vermen güzel; içimin sesi de olmasa ölürüm yalnızlıktan…

     

    İyi ki doğmuşsun Oğuz ATAY…

    12 Ekim 1934, İnebolu.

    Uzm. Psk. Özge AKÇAY

    ? Persona Psikolojik Danışmanlık Merkezi –

    ☎️0551 186 42 41

    ?Merkez Mahallesi, Cumhuriyet Meydanı, No:8 Kat:1 Gaziosmanpaşa/ Istanbul .

    Gaziosmanpaşa, Küçükköy, Eyüp ve çevresinde danışmanlık hizmeti almak için benimle iletişime geçebilirsiniz.

    Bireysel Danışmanlık, Çift Danışmanlığı ile alakalı paylaşımlarımı instagram hesabımdan ulaşabilirsiniz.

    2 sene ago · · 0 comments

    MARTI JONATHAN LİVİNGSTON KİTAP İNCELEMESİ- ÖZGÜRLEŞME ÜZERİNE…

    MARTI JONATHAN LİVİNGSTON KİTAP İNCELEMESİ

    ÖZGÜRLEŞME ÜZERİNE…

    “Daha hızlı uçmalıyım.” diyor martı Jonathan. “Sen hızlı uçamazsın; senin tek öğrenmen gereken nasıl yiyecek bulacağın. Martısın altı üstü. Şahin değilsin ki sen hızlı uçasın.” diyorlar.

    Richard Bach tarafından 1972 yılında yazılan öykü “Martı Jonathan Livingsto”  isimli bir martının sürüsünden ayrılma ve özgürlük mücadelesini bize anlatıyor.

    “Dünyada en zor şey neden bir kuşu özgür olduğuna ikna etmektir?” Biraz çabayla istediğini yapabilecekken neden yerinde saymayı, olduğu halini kabullenir bir varlık-kişi diye sorgulatmaya çalışıyor bizi aslında…

    Martı Jonathan insanı simgeliyor aslında. Toplumsal ilişkilerimizde dışlanma, kabul görmeme, yargılanma korkusuyla hareket etmiyor muyuz çoğu zaman? Bizden beklenilenlere odaklanıp kendi isteklerimizi yok saymıyor muyuz?

    “Ben bir martıyım ve doğamla sınırlıyım… Babam haklı. Tüm bu saçmalıkları unutmalıyım. Sürüme geri dönmeli, neysem o olmalı, sınırları belli zavallı bir martı olarak kalmalıyım.” Benliğimizi kaplayan bir umutsuzluk… Kendimize denemeye bile fırsat vermeden yoğun bir başarısızlık hissi…

     

    Martı kitap

     

    Kitap sayfalarından çıkıp gerçek hayata gelip bakalım biraz da…

    “Kısa film çekimlerine başladım. Yayınlamayı düşünüyorum internet ortamında.”

    “İnsanların işi gücü yok senin kısa filmlerini mi izleyecek? Nasıl duyuracakmışsın kendini?”

    “Şu işi yapmayı düşünüyorum.”

    “Yapamazsın, çok zor, batarsın… Bu devirde imkansız.”

    veya

    “ Bir sen eksiktin …. işi yapmayan.”

    —–

    “Köpek almaya karar verdim.”

    “Bakamazsın sen, tembelsin, kim çıkaracak onu, hergün gezdirecek de onunla ilgilenecek de? Zor…”

     

    Çevremizde hep böyle varlığını hissettiren kişiler yok mu? Direkt başarısızlığımızı ilan eden –kendince… Yapamayacağımıza inandırırlar bizleri. Hevesimizi kırarlar.

    Martı kitabının mesajı da bu işte. Neden yapamayalım…? Ya da evet yapamadım; ama denedim diyebilmek daha güzel bir seçenek değil mi ?

    “Cehaletimizi kırabiliriz, becerilerimizi, yeteneklerimizi ve zekamızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. En önemlisi, özgür olabiliriz! Uçmayı öğrenebiliriz.” diyor Martı Jonathan…

    Sürüden atılıp yalnızlığa mahkum da edilse Martı Jonathan’ın umurunda olmuyor. Çünkü sınırlarını genişlettikçe, imkansızı başardıkça, özgürleştikçe hayat onun için daha da anlamlı hale geliyor. “Bir martının (-insanın) en doğal hakkı, özgürlük onun doğasında var ve bu özgürlüğü engelleyecek ne varsa; gelenekler, batıl inançlar ya da herhangi bir şekildeki sınırlamalar, tümü bir kenara bırakılmalıdır.”

    Martıların sadece yemek bulmak için uçması gerektiğini kabullenmiş adeta klonlanmış bir grup ile insanların da ana amacı belirli toplumsal kurallar çerçevesinde yaşaması gerektiğine inanan bakış açısı sizce de benzer değil mi? Oysa kaçımız kendi çizgisinin dışına çıkıp diğerlerinin bize bakışını düşünmeden yaşamın tadını çıkarabiliyor? Kaçımız toplumun tekdüzeliğine inat cesurca sınırlarını zorluyor?

    O halde gelin Martı Jonathan’a kulak verelim…

    “Sınırlarımızı sırayla ve büyük bir sabırla aşmaya çalışmalıyız.”

    “Düşüncelerinize vurulan zincirleri kırın, göreceksiniz ki bedeniniz de zincirlerini koparıp atacaktır.”

    Herkesin Martı Jonathan gibi kendinde her şeyi başarabilecek o güce inanabilmesi dileğiyle…

    .
    .
    .
    .

    Uzm. Psk. Özge Akçay .
    ? Persona Psikolojik Danışmanlık Merkezi –

    ☎️0551 186 42 41

    ?Merkez Mahallesi, Cumhuriyet Meydanı, No:8 Kat:1 Gaziosmanpaşa/ Istanbul .

    Bireysel Danışmanlık, Çift Danışmanlığı ile alakalı paylaşımlarımı instagram hesabımdan ulaşabilirsiniz.

    Gaziosmanpaşa, Küçükköy, Eyüp ve çevresinde danışmanlık hizmeti almak için benimle iletişime geçebilirsiniz.

     

    2 sene ago · · 0 comments

    ÖLÇÜSÜZ AŞK: BUTİMAR KUŞU HİKAYESİ…

    ÖLÇÜSÜZ AŞK: BUTİMAR KUŞU HİKAYESİ…

    Mitolojiye göre Butimar denize aşık bir kuştur. Bakmaya doyamaz; içmeye kıyamaz. Öylesine aşıktır ki denize, birgün biteceğinden ve onu bir daha görememekten korkar.Bu sebeple ona dokunup bir yudum dahi alamaz. Bu ölçüsüz aşk ama onun susuzluktan ölümüne sebep olur.

    Gelin Butimar kuşunun neler hissettiğine, iç dünyasına biraz daha inceleyelim…

    “Sana ve ilişkimize o kadar çok odaklıyım ki sensiz yaşayamam. Senden uzakta olduğum, haber alamadığım her dakika çok önemli bir organımı kaybetmişim gibi hissediyorum. O yüzden burada, hala benimle olduğunu, beni görüyor olmanı hissetmem gerek. Seninle hep iyi olmak istiyorum; sürekli seni memnun etmeye çalışıyorum. Azıcık yüzün asılsa korkuyorum beni artık sevmiyor olmandan, ben, terk edeceğinden… Senin neye ihtiyacın varsa sen nasıl iyi olacaksan ben yapmaya hazırım. Benim ihtiyaçlarım, benim iyi olup olmamam önemli değil; kendimi ihmal edebilirim ben, hiç sorun değil… Yeter ki sen mutlu ol. Sen iyisen ben de iyiyim. Ama senle iyi olmadığımızda hayat çok zor oluyor benim için. Sen yoksan hayatın hiçbir anlamı kalmıyor…”

    Bağımlı Kişi Hangi Duygular İçerisinde Olur?

    Bağımlı ilişki örüntüsüne sahip olan kişiler tıpkı Butimar kuşunun hissettiklerini yaşarlar. İlişkide “bağlı olmak” ve “bağımlı olmak” farklı anlamlara gelmekle beraber çok da karıştırılan bir söylemdir. “Onsuz yapamam.” İfadesi ilişkide bağımlılığı ifade ederken sağlıksız bir duruma işaret eder. Oysa ilişkide çiftler arasında bağımlılık değil bağlılık olmalı… Bu durumu bakın Nazım Hikmet nasıl anlatmış:

    “Hani derler ya

    ben sensiz yaşayamam, diye

    ben onlardan değilim.

    Ben sensiz de yaşarım;

    Ama,

    Seninle bir başka yaşarım.”

                                        Nazım Hikmet

     

    Bağımlı kişi sürekli “Burada mı, beni görüyor mu, ben onun hayatında var mıyım?” kaygısı içerisindedir. Ondan haber alamadığı zamanlarda da bağımlı kişi rahatsız olur ve işini gücünü yapamayacak hale gelip yoğun kaygı içerisinde olur. Yani bütün hayatı kesintiye uğrar. Peki gerçekten burada bir sevgiden mi bahsediyoruz sizce…? Genellikle hayır. Bağımlı kişinin hayatındaki kişi onun için sadece sevgi ‘nesnesidir.’

     

    Bağımlı ilişki Kurma Nedenleri Nelerdir?

    Bağımlılık bir davranış biçimidir ve öğrenilmiştir. Genellikle aile içi ilişkilerden kaynaklanan bir durumdur. Anne veya babasıyla bağımlı bir ilişki geliştiren kişi ‘tek başınalığı’ yeteri kadar öğrenememiştir. Yani kişinin tek başına hareket etme ve karar verme yetisi gelişmemiştir. Bir öteki veya ötekiler olmadan kendini güvende hissetmez bağımlı kişi. Bağımlılık geliştirdiği kişi ile ilişkisi onu tatmin etsin etmesin orada birinin varlığı ona güven verir. İyi hissedebilmek için bir ötekine ihtiyaçları vardır.

    “Hergün kendime söz veriyorum, yarın ona gitmeyeceğim. Fakat ertesi gün yine esaslı bir sebeple ve nasıl olduğunu anlayamadan kendimi onun yanında buluyorum.”

                                                                                                         Goethe-Genç Werther’in Acıları

     

    İlişki Bağımlılığında Çözüm…

    Her zaman olduğu gibi iyileşebilmek için duygularımızı inkar etmemek ve onları olduğu gibi kabul edebilmek gerekiyor. Duygumuzu, yaşadıklarımızı küçümsemek veya kendimizi eleştirmek yerine yaşadıklarımızı kucaklamaya ihtiyacımız var. Yaşadıklarımızın anlamını öğrenip kendimizi tanımamızın ve kendimize hak ettiğimiz değeri verebilmemizin yolu farkındalıkla başlar. Kendimize iyileşmek için zaman vermek; sağlıklı adımları da beraberinde getirecektir.

    .
    .
    .
    .

    Uzm. Psk. Özge Akçay .
    ? Persona Psikolojik Danışmanlık Merkezi –

    ☎️0551 186 42 41

    ?Merkez Mahallesi, Cumhuriyet Meydanı, No:8 Kat:1 Gaziosmanpaşa/ Istanbul .

     

    Bireysel Danışmanlık, Çift Danışmanlığı ile alakalı paylaşımlarımı instagram hesabımdan ulaşabilirsiniz.

    Gaziosmanpaşa, Küçükköy, Eyüp ve çevresinde danışmanlık hizmeti almak için benimle iletişime geçebilirsiniz.

     

     

     

     

     

     

     

    2 sene ago · · 0 comments

    Daha İdeal Bir İlişki İçin- Gazete Röportajı

    DAHA İDEAL BİR İLİŞKİ İÇİN…

    İnsanın kendini güvende, değerli, anlaşılmış hissettiği ve bir o kadar da bağımsızlığını yaşayabildiği ilişkilere ihtiyacı var.

    İlişkide mutluluğu artırmanın yolları nelerdir? İdeal bir ilişki nasıl olmalı? İnsanlar bir yandan tekrar tekrar hayatının aşkını ararken bir yandan da boşanmalar, sadakatsizlikler, etrafımızı kapladı. Bir yandan ilişki yaşama arzusu duyarken bir yandan da bütün deneyimlerine rağmen nasıl oluyor da bu kadar çok başarısız oluyoruz ilişkilerimizde?

    Uzman Psikolog Özge Akçay ile ilişkiler üzerine değerlendirmelerde bulunduk…

    “İki kalp arasında en kısa yol:

    Birbirine uzanmış ve zaman zaman

    Ancak parmak uçlarıyla değebilen iki kol.”

    Cemal Süreya

    Merhaba Özge hanım. Öncelikle sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

    Lisansımı İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü‘nde; yüksek lisansımı da İstanbul Ticaret Üniversitesi‘nde tamamladım. Bu süre içerisinde birçok sertifika programına katıldım, test eğitimleri aldım.  Yetişkinlere yönelik psikoterapi eğitimi ve süpervizyon ile cinsel terapi uygulama çalışmaları eğitimi aldım. Aynı zamanda nöropsikolojik alanda nörolojik testler bataryasını uyguluyorum. İstanbul’da kurucusu olduğum danışmanlık merkezinde şu an aktif olarak çalışmalarıma devam etmekteyim.

    Peki, ideal ilişkiden önce aşktan bahsedelim, aşkın işaretleri var mıdır?

    Kendi olarak, sana gelen

    sana gereksinimi olmadan, seni isteyen

    sensiz de olabilecekken, senin ile olmayı seçen

    kendi olmasını, seninle olmaya bağlayan

    O, işte…

    Aşk diyince aklıma  Oruç Aruoba’dan aldığım bu alıntı geliyor. Yakın bir zamanda müdavimi olduğum ve maalesef ki geç tanıştığım bir yazar kendisi benim için.

    Bir kitapta okumuştum. Aşkın işaretlerinden şöyle bahsediyordu. Aşığın durmadan sevdiği kişiye bakması ve sevilenin söylediklerini ne anlatırsa anlatsın pür dikkat dinlemesidir. Söyledikleri inanılmaz da olsa onaylanmasıdır. Sevgilinin olduğu yere gitmekte acele etmektir. Biraraya gelindiğinde yanında oturmaya çalışmaktır.

    Prof. Dr. Mehmet Zihni Süngür hocam da aşkı bir görme kusuru olarak tanımlar. Ne görmek istersek onu görürüz. Âşık olma dönemi tam olarak hayal ettiğimiz ile gerçekte olan arasındaki farkı fark edene kadar geçen zamandır. Genelde bu kusurun tedavisi de evliliktir diye ekler açıklamasına. Çünkü evlilik ile görmek istediğimizi değil; gerçekte olanı görmeye başlarız.

     

    Peki ilişkiyi tanımlarken “bir elmanın iki yarısı” gibi bir söylem var. Bu bakış açısı hakkında ne düşünüyorsunuz? Aşk dediğimiz şey gerçekten bizi tamamlayanı mı bulmaktır?

    “Bir elmanın yarısı biri sensin biri ben…” misali şarkısı da var malum. Ama ideal bir ilişki bizi tamamlayan biri değildir. Çok sevdiğim bir söz var; “İki yarım insan bir ilişkiyi yürütemez. Çünkü ilişkiyi yürütmek için bütünleşmiş iki ayrı yetişkin gerekir.”

    “Hani derler ya ben sensiz yaşayamam diye,

    İşte ben onlardan değilim,

    Ben sensiz de yaşarım;

    Ama seninle bir başka yaşarım.”  Diye Nazım Hikmet özetlemiş aslında durumu…

    Erich Fromm’un Sevme Sanatı kitabından daha iyi ifade edebilirim kendimi. Olgun olmayan sevgi; “ Sana ihtiyacım olduğu için seni seviyorum.” der. Olgun sevgi ise “Seni sevdiğim için sana ihtiyacım var.” diyor.

    Bir elmanın iki yarısı değil; herbirimiz ayrı bir elmalarız. Kokumuz, rengimiz, biçimimiz.Yani bir çiftin birliği; birbiri içinde erime olarak değil de farklılıkların birleşmesi olarak görebiliriz. “Ben” ve “Sen” yeni bir “Biz” var eder. Aşk keşfetmektir; keşfetmeye gönüllü olmaktır.

    İdeal bir ilişki nasıl olmalı size göre? Bize ideal ilişkinin özelliklerini anlatabilir misiniz?

    Birçoğumuz sorunlardan arınmış, kusursuz, harika bir ilişki hayal eder. Oysa en mükemmel ilişkilerde bile zaman zaman sorunlar yaşanır. Burada önemli olan çiftlerin “problemleri çözme becerileri”. Bir sorun çıktığında sorundan dolayı birbirlerini karşılarına değil de sorunu karşılarına almayı başaran çiftler çözüme daha yakın olabiliyorlar.

    Çoğu kişinin düştüğü temel hatalardan biri de karşısındaki kişiyi sevmesi,ona çok değer vermesine rağmen bunu ifade etmiyor olması. İlişkiyi koruyan en önemli şey olumlu hislerin ifade edilmesi. Özellikle erkekler olumlu hislerini söylemek konusunda daha eksik kalıyor kadınlara göre; bu da kadınlarda sevilmediğine yönelik kaygıların artmasına sebep olabiliyor.

    İdeal bir ilişkide farklılıklar tehdit değil; zenginlik olarak yorumlanır. Talep etmek, ilişkiden beklentileri netleştirip karşı tarafa söylemek bencillik değil özgürlüktür. Çoğu kişide “Ben söylemem, sen anla.” yanılgısı var.  Oysaki konuşmadan ihtiyaçlarımızın fark edildiği tek dönem ve ilişki; yaşamın ilk yıllarında anne ve bebek arasında kurulur. Yetişkin sağlıklı bir ilişkinin temeli açık bir iletişime dayanır. İlişkiye dair beklentilerinizi söylemeden onun sizi anlamasını beklemeyin.  Ama talep ettiğiniz şeyi veya beklentinizi yerine getirmiyor diye partnerinizi zorlamak yerine onu bu şekilde kabul edebilir miyim diye düşünmek de gerekiyor. Karşınızdaki kişiyi değiştirmeye çalışıyorsanız zaten onu olduğu gibi sevmiyorsunuz demektir. Huzurlu ve mutlu bir ilişki yaşamak buna bağlı.

     

    İnsanın bağımsızlığını yaşayabildiği ilişkilere ihtiyacı var derken bu nasıl mümkün olacak?

    İlişkide önemli unsurlardan biri de karşımızdakine alan tanımaktır. Halil Cibran’ın “Evlilik” şiiri çok güzel anlatır bunu.

    Ama bırakın da bunca beraberliğin arasında biraz boşluklar olsun,
    Ve Tanrısal alemin rüzgarları esip dolanabilsin aranızda,
    …Şarkı söyleyin, dans edin, eğlenin birlikte, ama birbirinizin yalnız olmasına izin verin,

    Nasıl lavtadan dağılan müzik aynıysa, nağmeleri çıkaran teller ayrı olsa da,

    Yan yana olun, ama fazla sokulmadan,

    Çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da ayrıdır,

    Çünkü bir selvi ile bir meşe, yetişmez birbirinin gölgesinde…

    Peki bazen çiftler arasında ilişkide baskın olma hırsı yaşanıyor. Bununla alakalı düşünceleriniz nedir?

    Alper Hasanoğlu’nun Aşkın Halleri kitabında ilişkide baskın olmak ve boyun eğmekle alakalı “tahterevalli” metaforunu çok sevmiştim. Tahteravalli, ancak hareket halindeysek yani inip çıkıyorsak keyif verir. Eğer ağırlıklar arasında bir dengesizlik olursa yani biri hep yukarda diğeri hep aşağıda olursa oyun biter. Bir ilişkide de her iki taraf zaman zaman karşı tarafı etkileyebildiği hissine kapılmak ister. Bunun olabilmesi için de her iki taraf karşısındakini dinleyebilme, kendi istek ve arzularından zaman zaman feragat edebilmesi gerekmektedir.

    İlişkideki mutluluk vermek ve almak arasındaki dengenin kurulmasına bağlıdır bir anlamda.

    Peki sevgiye, aşka dair son sözlerinizi alabilir miyiz?

    Son olarak yine Prof. Dr. Mehmet Zihni Süngür hocamın çok sevdiğim sözünü söylemek istiyorum o halde…

    “Öyle bir sevin ki sevilen de sevmeyi sizden öğrensin.”

    Şimdi ilişkinize bir de bu gözle bakın…

    Bir de sizden kitap önerisi alabilir miyiz?

    Erich Froom-Sevme Sanatı

    Alper Hasanoğlu- Aşkın Halleri

    Wilhelm Schmid- Aşk Neden Bu Kadar Zordur ve Yine de Nasıl Mümkün Olur?

    https://www.oncevatan.com.tr/daha-ideal-bir-iliski-icin-makale,53474.html

    .
    .

    Uzm. Psk. Özge Akçay .
    ? Persona Psikolojik Danışmanlık Merkezi –

    ☎️0551 186 42 41

    ?Merkez Mahallesi, Cumhuriyet Meydanı, No:8 Kat:1 Gaziosmanpaşa/ Istanbul .

    Bireysel Danışmanlık, Çift Danışmanlığı ile alakalı paylaşımlarımı instagram hesabımdan ulaşabilirsiniz.

    Gaziosmanpaşa, Küçükköy, Eyüp ve çevresinde danışmanlık hizmeti almak için benimle iletişime geçebilirsiniz.